Kıbrıs Katliamları
Kıbrıs'taki sorunun boyutunu anlamak, Türk tarafının haklılığını görmek ve neden bu meselede tüm Türk Milleti'nin bu denli hassas olduğunu kavramak için, 1974 öncesi dönemde Kıbrıslı Türklere karşı uygulamaya konan soykırım girişimini incelemek gerekir. Bu dönemde adadaki savunmasız Türk halkına karşı gerçekleştirilen insanlık dışı katliam ve işkenceleri vicdanla değerlendiren her insan, bunların "bir daha asla" yaşanmaması için gerekli önlemlerin alınmasına anlayışla bakacaktır.
Bu bölümde, konu hakkındaki
yabancı kaynaklara dayanarak, Rum vahşetinin sayısız örneğinden
sadece bir kısmını aktarıyoruz. Bu dahi, Kıbrıs Türkü'nün ne
kadar büyük bir zulme maruz kaldığını hatırlatmak için yeterli
olacaktır.
Mathiati Katliamı
208 Türk'ün yaşadığı Lefkoşe'nin Mathiati köyündeki
vahşet Gibbons tarafından şöyle anlatılmaktadır:
"(...) İlk dakikalarda üç Türk ciddi olarak yaralandı. Türkler beyaz, küçük evlerinden sokağa fırladıklarında, küfreden ve çığlıklarla gülen kalabalık, bunları yol boyunca iteklemeye ve tekmelemeye başladı. Dipçik darbeleriyle yerlere yıkılan dehşete kapılmış Türkler, sokaklarda sürüklenirken; kalabalık evlere doluşup, ocaklardan yanan kütükleri çekip perde ve yatakları yakmaya başladı. Yıllar boyunca güneşte kurumuş ahşap çatı kirişlerini önce dumanlar, sonra da ateş sardı. Gürültüyle uyanıp ağlamaya başlayan emzikli bebeleri sıkıca tutmuş, çoğu gecelikli ve ayakları çıplak olan kadınlar, yürüyebilen ve pantolon veya mavi çizgili pijamalarının paçalarını tutmuş çocuklarıyla birlikte, yaralılarını sürükleyen Türkler alevler içindeki sokaklarda itilip kakılıyorlardı.
"(...) İlk dakikalarda üç Türk ciddi olarak yaralandı. Türkler beyaz, küçük evlerinden sokağa fırladıklarında, küfreden ve çığlıklarla gülen kalabalık, bunları yol boyunca iteklemeye ve tekmelemeye başladı. Dipçik darbeleriyle yerlere yıkılan dehşete kapılmış Türkler, sokaklarda sürüklenirken; kalabalık evlere doluşup, ocaklardan yanan kütükleri çekip perde ve yatakları yakmaya başladı. Yıllar boyunca güneşte kurumuş ahşap çatı kirişlerini önce dumanlar, sonra da ateş sardı. Gürültüyle uyanıp ağlamaya başlayan emzikli bebeleri sıkıca tutmuş, çoğu gecelikli ve ayakları çıplak olan kadınlar, yürüyebilen ve pantolon veya mavi çizgili pijamalarının paçalarını tutmuş çocuklarıyla birlikte, yaralılarını sürükleyen Türkler alevler içindeki sokaklarda itilip kakılıyorlardı.
Rum gençler histerik bir biçimde evlere ateş ediyor,
kısılmış sesleriyle çılgıncasına bağırıyorlardı. Ateşler evlerin
bir kısmını bütünüyle kaplamadan gruplar halinde içlerine doluşup
eşya ve tabak-çanağı kırmağa değerli eşyaları kapıp ceplerine
doldurmaya başladılar. Evlerin gerisinden gelen çılgınca sesler
saldırganların dikkatini Türklerin hayvanlarına çekti. Ahırlara
doluşup sağlam inekleri, keçi ve koyunları makineli tüfekle
taradılar. Tavukları havaya atıp, gıdaklar ve çırpınırlarken
ateş ediyorlardı; gövdeleri bir tüy bulutu halinde parçalanıyordu.
Kalabalık kana susamış bir çılgınlık içinde bağrışıyordu.
Türkler, donmuş, açık yol boyunca sürüklenip köyden çıkarıldılar.
Azap içinde, tamamıyla Türklerin oturduğu bir sonraki köyün, Kochatis'in yakınlarında bırakıldılar. Kochatis köyünün Türkleri
komşularına yardım etmek için evlerinden fırlarken kalabalık
ateş etme, yakma ve yağmalama çılgınlığına devam etmek üzere
Mathiati'ye geri döndü." (H. Scott Gibbons, Peace Without Honour,
Ankara, 1969, s. 31)
Türk halkına karşı gerçekleştirilen insanlık dışı
katliam ve işkenceleri vicdanla değerlendiren her insan, bunların
"bir daha asla" yaşanmaması için gerekli önlemlerin alınmasına
anlayışla bakacaktır.
Ayvasıl Katliamı
"Silah sesleri duyuldu; tüfek dipçikleri ile kilitli
kapıları kırdılar; insanlar sokaklara sürüklendi. 70 yaşında
bir Türk, kırılan ön kapısının sesiyle uyandı. Sendeleyerek
yatak odasından çıktığında, bir sürü silahlı gençle karşılaştı.
"Çocuğun var mı?" diye sordular. Şaşkın bir biçimde "Evet" dedi.
"Dışarı gönder" diye emrettiler. 19 ve 17 yaşlarındaki iki oğlu
ve 10 yaşındaki kız torunu aceleyle giyinip, silahlı adamların
peşinden dışarı çıktılar.
Çiftlik duvarının dibine dizildikten sonra, silahlı
adamlar tarafından makineli tüfek ateşiyle öldürüldüler. Başka
bir evde, 13 yaşında bir erkek çocuk elleri dizlerinin arkasına
bağlanıp yere yıkıldı. Ev talan edildi ve talancılar çocuğu
tekmeleyip ırzına geçip, sonra da bir tabancayla başının arkasından
vurdular.
O gece Ayios Vasilios'ta toplam olarak 12 Türk
katledildi. Diğerleri toplandı, itilip kakılarak oradaki Türklerin
yanına sığınmak üzere Skylloura yoluna çıkarıldı. Gecelikleri,
pijamaları ve çıplak ayaklarıyla soğukta sendeleyerek ilerlemeye
başladılar. Rumlar karanlıkta arkalarından ateş ediyorlardı.
Silahlı adamların dikkati Türk evlerine çevrildi.
Evleri yağmalayıp tahrip ettiler, yorulduklarında da ateşe verdiler.
Aynı yörede, tek kalmış çiftlik evlerinde dokuz Türk daha öldürüldü."
(H. Scott Gibbons, Peace Without Honour, s. 73)
Kumsal Katliamı
"Silahlı adamlar kapıları kırdılar; dipçikleyerek,
döverek, yumruklayarak ve küfrederek Türk evlerine doluştular.
Kumsal'dan geri çekiliş başladı. Bir kere daha, Nazilerin saldırısı
altında bozguna uğrayan Avrupa'da olduğu gibi aileler, şaşırmış,
dehşete düşmüş bir halde kulaklarında tüfeklerin gürültüsü ve
makinelilerin takırtısının yankısıyla evlerinden soğuk sokaklara
döküldüler.
Kayıp düşerek, birbirlerine tutunarak koşmaya başladılar.
Sokakta bir kadının "Allah rızası için birisi yardım etmeyecek
mi?" diyen çığlığı yankılandı.
Kumsal'ın Türk sakinlerinin 159'u o gece kaçamadı.
Banyodaki dört kişi ve ev sahibesinden başka dört kişi daha
o gece öldürüldü. 150'si rehin alındı. Rehinelerden bir kısmını
bir daha gören olmadı." (H. Scott Gibbons, Peace Without Honour,
s. 76)
İtalyan Gazetecinin Gözlemleri
Ocak 1964'de Kıbrıs'ta bir İtalyan gazetecinin
gözlemleri ise şu şekilde idi:
"Şu anda Türklerin köylerinden göçlerine şahit
oluyoruz. Rum terörü acımasız; binlerce kişi evlerini, topraklarını,
sürülerini terk ediyor. Bu sefer Helenlik laflarının ve Plato'nun
bütününün bu barbarca ve kudurmuş davranışları gizlemesi imkansız.
Türk köylerinde akşam üstü saat dörtte sokağa çıkma yasağı yürürlüğe
giriyor. Tehditler, silah sesleri ve kundakçılık girişimleri
karanlık basar basmaz başlıyor. Ne kadın, ne de çocuğun gözetilmediği
Noel katliamından sonra, herhangi bir mukavemet imkansız gözüküyor."
(Giorgio Bocca, Il Giorno, 14 Ocak 1964)
Amerikalı Gazetecinin Gözlemleri
Lefkoşe'nin Ayios Sozomenos köyündeki olaylar hakkında,
Time muhabiri Robert Ball'ın gözlemleri şöyledir:
"En şiddetli çarpışma, Rumların yumru yumru zeytin
ağaçlarının örtüsünden yararlanarak taarruz ettikleri köyün
batı kıyısında olmaktaydı. Dokuz Türk'ün sığındığı kerpiç evin
bir penceresi bir roketatar mermisiyle uçurulmuş, ikinci katı
da kurşun delikleriyle tam anlamıyla kevgire dönmüştü. Umutsuzluk
içinde dere yatağına doğru, kaçmaya çalışan bir Türk çoban,
kapıdan birkaç adım ötede vuruldu. Bir diğeri ise eline geçirdiği
bir yabayla Yunan mevzilerine tek başına, nafile bir taarruza
kalktı, hemen öldürüldü." (Robert Ball, Time, 14 Şubat 1964)
İngiliz Gazetecinin Gözlemleri
"Kıbrıs'ın istilasından sonra yüzlerce Kıbrıslı
Türk, Milli Muhafızlarca rehine alınmış, Türk kadınlarının ırzına
geçilmiş, çocuklar cadde ortasında öldürülmüş ve Limasol'daki
Türk mahalleleri tamamen yakılmıştı." (David Leigh, The Times,
Londra, 23 Temmuz 1974)
Bir Alman Turistin Gözlemleri
"Yunanlıların kasaplığını insan zekası kavrayamaz...
Magosa etrafındaki köylerde Rum Milli Muhafızları, vahşetin
eşsiz örneklerini gösterdiler. Türk evlerine girdiler; acımasızca
kadın ve çocuklara mermi sıktılar; birçok Türk'ün gırtlağını
kestiler; Türk kadınlarını toplayarak ırzlarına geçtiler..."
(Almanya'nın Sesi, 30 Temmuz 1974)
Gözlemci James Rayner'in Tespitleri
"Kıbrıs Rumları, XX. yüzyılda,
çağdışı davranışlar sergileyerek giriştikleri katliamlarda masum
Kıbrıs Türklerini hunharca öldürmekle kalmayıp kazdıkları çukurlara
yarı canlı insanları da doldurmuşlardır. İşte gün ışığında mezardaki
pek çok insan cesedi Yunan vahşetini dünya kamuoyuna tanıtıyor.
Toplu mezarlardan çıkarılan Kıbrıslı masum Türklerin cesetleri,
yıllardan beri adada derebeylik yasalarını uygulayan Rumların,
ne derece vahşi olduklarını kanıtlıyordu..." (James Rayner,
Ezilmiş Çiçekler, Lefkoşe, 1982, s. 25)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder